Kategori arşivi: GÜNLÜK YAZILARIM

Yolun Sonu

“Bir hayat böyle geldi geçti,”
Son üç ay dilinden hiç düşürmediği cümle buydu babamın!..hayatı boyunca kimseye boyun eğmeyen; eğmeyen, çünkü emeğiyle çalışan, hakkıyla kazandığı için taviz vermeyen kişiliği ile dimdik ayakta duran babaydı benim babam. 82 yaşında vefat eden annemden sonra bile kimseye ihtiyaç duymayacak kadar becerikli, eli iş tutan babaydı benim babam.
Sivas’ın bir köyünde doğmuş, büyümüş; büyümüş ama çobanlık yaparken karların üstünde A’yı B’ye katmayı başararak, okul olmayan köyde okumayı, yazmayı başarmış bir babaydı benim babam. Zeki babaydı vesselam benim babam. Askerliğini yaptıktan sonra çoluğunu çoğunu toplayıp şehre gelmek; hele hele İstanbul gibi bir şehre gelmek her babayiğidin harcı olamaz; olamaz çünkü ailesinin geçimi, çocuklarının okulu, bakımı kolay mı? Kolay değil dört çocuğun bakımı…üstelik o zamanlar köyden gelmişsen, sadece ailen gelmez; İstanbul’a gelen bütün köylünün yolu senin evinde kesişir. Sofranı, ekmeğini, evinin bir köşesine sığdırdığın döşeğini paylaşırsın onlarla. Babamın kapısı da her daim açıktı onlara…çoğu kıymet bilmedi ayrı! “Sen ne yaptın ki,” oldu sonu…varsın onların vefasızlığı olsun, babam hiç gocunmadı… çalıştı, doyurdu…sırtını dönenlere bile  yine dönmedi sırtını. Bir ömür çalışarak yaşadı…velhasıl, bir hayat böyle geldi geçti…

Türkiye Kanıyor

İçimde bir yara kanıyor, durmak bilmeden… durduramıyorum!..gözümden yaşlar süzülüyor, dinmek nedir bilmeden…dindireniyorum..
içimde sessiz çığlıklar, büyüdükçe büyüyor…susturamıyotum!.. yüzyılın felaketi diyorlar! Gözümü kapatıyorum, bir bebek gözümün önünde…açıyorum, yaşlı bir teyze, amca…film olsa kapatır geçerim; ama gerçeğin ta kendisi…Ne arkamı dönebiliyorum, ne tv’nin sesini kısabiliyorum. Uzaktan seyrediyorum ben, uzaktan. Enkazları, sessiz çığlıkları, feryatları, figanları; uzaktan izliyorum! Mümkün mü anasını, babasını, çoluğunu çocuğunu, eşini, ailesini, akrabalarını o enkazların altında bırakan yaralı canların yaşadığı acıyı hissetmem?! Mümkün değil!..imkansız!..ama ben de orada, onlarlayım…içim sızlıyor çaresizce.
Bağıra bağıra geldi yüzyılın felaketi. Şimdi herkes bir suçlu arıyor. Bulunmayacak olan suçluyu! Birkaç güne kalmaz ölene kadar yaşadıkları acıları unutmayacak olan insanları unutup, hayat bıraktığımız yerden devam etmeye başlayacak. Taa ki, yeni bir yüzyılın felaketi ile karşılaşana kadar!

Mutlu İnsanlar Ülkesi

Memleketimin sokaklarında şarkılar çalsın. İsterse dans etsin, isterse yürüyüp geçsin insanlar.  Gülümsesinler birbirlerine; başlarını hafifçe eğerek selam versinler. Çocukların başlarını okşasınlar geçerken yanlarından. Sevgi tohumları saçsın rüzgarlar dört bir yana. Mutlu insanların ülkesi olsun ülkem. Gözyaşı mutluluktan süzülsün yanaklardan. Yasaklardan uzak, gökyüzünde uçurtmaların salındığı; anahtarların kapı üzerlerinde takılı kaldığı bir ülke olsun. Tanrı misafirleri çalsın kapılarımızı. Peynir, zeytin; ne varsa dolapta koyalım masaya, bir demlik çay yanında, evimizdeki kalabalığın tadını çıkaralım. Belki saz çalar biri içlerinden. Bir türkü mırıldanalım hep birlikte. Şarkılar çalsın memleketimin sokaklarında.

İsimler Suya Yazılır Olmuş

Mendillere yazılırmış isimler asırlar öncesinde! Ondandır Leyla ile Mecnun, Kerem ile Şirin aşklarının masallarda kalması. Ah, o güzel şemsiyeleri ile mesire yerlerinde gezinen kızlar; arkalarında sanki aşklarından bi haber, sevdaları için çimlere bıraktıkları mendiller… kibar beylerin, sözüm ona kimseye çaktırmadan çimlerin üzerinden alıp, buram buram  gül gibi kokan o mendilin kokusunu ciğerlerine doldurmaları…kolay değil; en az bir hafta daha bekleyecekler sevdiceklerini görmek için. O bir hafta, o mendilin kokusuyla avutacaklar kendilerini, sevdalarını koklarmış gibi. Kim bilir ne hayaller kuracaklar o mendille! Ne düşler görecekler bir sonraki mesire yerine kadar!..
Kimi kavuşur, kimi kavuşamaz; o mendiller kalır geriye hatıralarda, sandıklarda.
Mendillere yazılan isimlerden geriye ne mi kaldı derseniz; o güzel aşklar yok artık.  Suya yazılır olmuş isimler…

Anneme

9 ay taşırız karnımızda; severek, okşayarak, konuşarak, şarkılar söyleyerek… kucağımıza alacağımız günleri sayarız; sonra, yine sayarız günleri… 3 günlük oldu; bugün bir haftayı bitirdi… “oyyyy, nasıl da güzel bakıyor; güldü mü o öyle?” Diye diye akar gider zaman. Bazen, bir bakmışız sesimiz evi inletiyor; kızılca kıyamet mi kopmuş yoksa?! Olur tabi, kolay değil kuşak farkına kendini anlatmak; O’nu anlamaya çalışmak… Sanatçı ruhlu olmak aslında biraz da anne olmak galiba! Kırarken kabuklarını herbir yaşıyla birlikte, yardım etmek şekil almasına usta bir heykeltraş gibi…Ruhuna dokunmayı başarabilmek; insan olmanın erdemini öğrenmesine yardım etmek… öylesine zorlu bir sınav ki aslında kabuğunu kıran canına yol göstermeye çalışmak; düşe kalka büyüdüğünü, ağladığını, acı çektiğini görmek! Canından daha çok, canının yanmasıdır anne olmak. Mutluluğunu kat be kat fazla yaşamaktır anne olmak. Anne olmak, kendi kabuklarını kırıp, çocuğunun kabuğuna bürünmektir aslında.

Anneme…canım anneme.

Kurbağa Misali

“Kimse bulunmaz hint kumaşı değildir,” benim felsefem… herkesin yerini dolduracak birileri illaki vardır. Egosunu tatmin edemeyen insanlar, aslında size bu sözlerim özellikle. Boşuna şişmeyin kurbağa misali, sonunu hepimiz biliyoruz malum başına gelenleri. Buuuuummmm!… çok mu ezildiniz? Çok mu çiğnediler sizi? Vermeseydiniz izin! Kimsenin suçu değil. İnsan, ne yaparsa kendine yapar. Sessiz mi kaldınız?! Kalmasaydınız. Birileri gereksiz konuşurken susmak sizin asaletinizi değil; cesaretsizliğinizi koyar ortaya.

Mümküne yürüyün

Bir kelebeğin ömrü kadar kısa hayat. Şansınız olmayacak o boşlukları doldurmaya. Arkanızda bıraktıklarınız bıçak yarası olacak, hiç kapanmayan… Mümkünü münkünsüz kılmak yerine, mümkünü başarmak için gayret göstermek varken, keşkelere yer bırakmadan yürüyün bir kelebeğin ömrü kadar kısa olan şu hayatta. Aralayın kapılarınızı mutluluğa… ömür mutsuzlukla yitirilip gidecek kadar değersiz mi?! Yazık değil mi zaman israfına?! Beklemeyin kimsenin sizi mutlu etmesine. İsteseniz de geri gelmeyecek bir kelebeğin ömrü kadar kısa olan hayat! Yaparsanız siz yaparsınız ancak. Güzel olan ne varsa alın kendinize, geride kalan üzüntüleri, umutsuzlukları atın arkanıza ve bırakın savaşmayı onlarla! Mümkünü mümkünsüz kılmaya değecek kadar değersiz değil, bir kelebeğin ömrü kadar kısa olan şu güzelim hayat.

Hatıralar

Hatıra defterimi ziyaret ettim uzunca bir aradan sonra. Unutulduğu düşüncesiyle sanki kırgınlığını dile getirir gibi, sayfaları birbirine yapışmıştı yer yer! “Çok uğraştırma beni,” dediysem de, çok inatçı çıktı nedense! “Sana zarar vermek istemiyorum! Ellemedim belki uzunca bir süre, ama herbir sayfan çok değerli benim için. Hadi, gücenme artık!” Hangisinden vazgeçebilirim o sayfalara döktüğüm satırların! Neler yok ki o satırlarda! Neler yok ki o sayfa aralarında! Kurutulmuş bir papatya ama unutulmamış… yapraklarıysa hiç yolunmamış! Kimi yer yer solmuş sayfalarda, solan sadece yazılar olmuş. İçimi döktüklerim değil. İçimi acıtanlar değil, onlar dünkü gibi taze; yüzümü güldürenler hiç değil, onlar hala aynı sıcaklılıklarıyla yüzümde  tebessüm oturtmaya devam ediyor! Anılarım, duygularım, sevinçlerim, acılarım, yürek sancılarım; hangi birinizi unutayım! Daha dün gibi, çocukluğumun  anıları, gençliğimin coşkuları, olgunluğumun doğruları…

KEŞKE

Bir varmış, bir yokmuş…diye başlar masallar ve sonu gökten düşen üç elmayla mutlu sona bağlanır. Hayatta keşke, (keşkeler olmasa) gökten düşen üç elma gibi olsa! Ama mümkün değil elbette. Doğanın tabiatına aykırı bir kere… ‘Hayat bayram olsa’ şarkısı gibi, dileklerde bulunabiliyoruz sadece. Geriye kalanın bir kısmını kendi elimizde olduğu, oldurduğumuz kadarı ile yaşıyoruz. Olduramadığımız yerlerde tıkanıp, kalıyoruz! Dedim ya; “doğanın tabiatına aykırı!” Hayatı mucizelerle doldurmamız mümkün değil. Keşkeler olmasa dediğimiz yerde, “keşke,” diyoruz işte. Öyle bir an geliyor ki, mucize beklediğimiz yerde kabus yaşıyor olabiliyoruz! Kabus dediysem, eften püften şeyler için değil! Ufacık olumsuzlukları dert etmek değil kastım! Değiştirmek için çok şeyden vazgeçip; sonunu değiştiremeyeceğimiz, geri dönüşü olmayan, çıkmaz sokaklarda kalmak!.. ifade edebildim mi, bilmiyorum! Hayat ipliğine bağlı bir hayat yaşıyoruz. Varlığımız ile yokluğumuz an meselesi olan!.. yarına bırakmayın derim hiçbir şeyi! Anı yaşayın, anı yaşatın! Yarın, kimseye garanti vermiyor. Keşke!…

Dünya mı yalan insanlar mı?

Ah yalan dünya der dururuz. Dilimize pelesenk olmuş bir kere! Anladık, gelip geçiciyiz şu dünyada ama yalan olan dünya değil. Zaten gelip geçici olduğumuzu söylüyor bize! Ah insanlar ah! Gizledikleriyle, sakladıklarıyla; gerçek yüzünü göstermeyen insanlar. Asıl yalancı olan onlar…Nasıl ki, gece bitip şafak sökünce, gecenin koynundaki pislikler ortalığa saçılıyorsa, menfaati biten insanında içindeki salyalar, parazitler de öyle dökülüyor dışarıya. Dünyanın günahını almayın!