Bir yanım hep buruk, hep eksik artık! Buymuş, meğer insanların sevdiklerinin arkasınsan anlatmaya çalıştıkları duygu… Başa gelmeyince anlaşılmaz dedikleri, buymuş. Buymuş, kalabalığın curcunasıyla bir an unutup; el etek çekilince içinin tutuşması, boğazının düğümlenmesi. Uzaklara dalıp gitmek; geçmişe zaman yolcuğu yapmak, buymuş. Unutmak kötüye dair ne varsa; yerine tek tük de olsa güzel anıları yerleştirmek özenle, buymuş! Buymuş dönüp dönüp bakmak resimlere; yıllarca aralayıp bakmadığın albümlerin arasından! Hayal etmek; doyasıya yaşamak isteyipte yaşayamadığın ne varsa, buymuş! Buymuş, nasılsın diye sorduklarında bile, iyiyim derken yaşların süzülmesi gözlerden. Buymuş, rüyayla gerçeği birbirinden ayıramamak… Düşlerimde sana sarılmak, düşlerimde açtığın kollarının arasında kaybolmak.
Kategori arşivi: GÜNLÜK YAZILARIM
En Sevdiğim Annem
Benim de bir hikayem var biliyor musunuz? “Elbette, herkesin bir hikayesi vardır,” dediğinizi duyar gibiyim! Benimkisi çok mu farklı diğer hikayelerden bilmiyorum…Belki sıradan, ama benim için taşıması zor mu zor! Zor, gerçekten çok zor benim için. Çocuk oldum, atladım, zıpladım, sokakta oyun oynadım, düştüm, ağladım; ama başımı okşayan, seni seviyorum diyen bir annem olmadı. Genç kız oldum.
Elbette sorunlarım oldu; aşık oldum, ayaklarım yerden kesildi; aşk acısı yaşadım, içime attım. Mutluyum diyemedim; acımı paylaşamadım. Çünkü annem çok uzaklardaydı! Yanımdaydı aslında ama yine de kilometreler vardı aramızda! Büyüdüm… Büyüdüğüm eve ait olamadan büyüdüm! İçim buruk gelin oldum o evde! Oğlumu kucağıma aldığım zaman “uzaklardasın Kezban, yoksa annen yanında olurdu,” dedim. Oysa kızımı kucağıma aldığımda yollar yoktu aramızda. Ama o yine yanımda değildi! İçim ağladı, ben sustum. KIZIM kelimesini hiç duymadı kulaklarım, ben ağzımdan eksik etmedim. “En sevdiğim KIZIM, en sevdiğim OĞLUM.” Çok istedi ruhum duymayı; olmadı, duymadı. Ben artık kocaman bir kadınım. Eskiden olsa yaşlı sınıfına bile girerdim… Artık orta yaş deniyor. Dört gözle bekliyorum, çocuklarım evlensin; torunlarımı seveyim doya doya. Çocuklarımda tatttığım sevgiyi torunlarımda katlayayım. Çocuklarım mı! Onlarda yaşamadı anneanne sevgisi. Bilmediler hiçbir zaman. Annem şimdi ölüm döşeğinde… Elini tutuyorum; başını okşuyorum. Yıllarca kendisinden duymak istediğim ne varsa sevgiye dair, ben onun kulağına söylüyorum. Ve yıllarca duymak için beklediğim kelimeleri kulaklarım duymasa da, gözlerim dudaklarını okuyarak işitiyor. YAVRULARIM! Çok bekledim duymak için ama böyle değil! Dudaklarıyla öpücük atıyor. Çok bekledim bana sarılıp öpmesi için. Ama böyle değil! Elimi tutuyor sıkı sıkı bırakma dercesine… Çok bekledim eline sımsıkı yapışmayı. Ama böyle değil! Zor, çok zor seni orda, öylece yatarken görmek. Beni sevdin mi bilmiyorum, ama ben seni çok sevdim annem. Benimkisi işte böyle bir hikaye!
Hiç Zor Değil
Neden hayatı zorlaştırmak? Ne için bu kadar kavga, patırtı? Nedir paylaşılamayan? Ne götürür ki insan bu dünyadan göç ederken? Bu kadar mı zor bir lokma ekmeği bölüşmek? Yüreğinde yer açmak sevgiye? Kollarını açmak sarmalamaya? Neden? Neden bu kadar ego? Neden bu kadar hoşgörüden uzak olmak? Sevgiye duvar örmek? Neden? Bu kadar mı zor insan olduğunu hatırlamak? Bölüşmek bir lokma ekmeği, bir tutam sevgiyi hiç zor değil oysa… Göçüp giderken bu dünyadan ardımızda bırakacağımız bir küçük tebessüm hiç zor değil… İnsan olmak hiç zor değil… 
Zamansız Gidişler
Zamansızdır bazı şeyler… Ya da gelmiştir zaman; beklenmedik bir anda, öyle bir fırtına vurur ki alabora olursun .. Pür neşe beklediğimiz günler vardır; günler öncesinden hazırlığına başladığımız. Ona benzemez bu… Zamansızlık vurur, çaresizliğin ne olduğunu görürsün! Bazen uzaktan seyrediriz ya hani! Konuşuruz, anlatırız… Teselli edecek kelimeler ararız! Değil işte öyle, değil! Ne söylenirse söylensin yoktur tesellisi bu zamansızlığın… Aramak boşuna doğru kelimeleri! Yok yok yok! Daha zamanı değildi der dururuz! Keşke biraz daha, birazcık! Ama zaman bu! Söz dinlemez; laftan anlamaz. Dolduysa dolmuştur; yoktur torpili… Zamansızdır bazen yaşananlar belki, ama ta kendisidir yine de acıların panzehiri.
Düşler ve Gerçekler

Güvertenin küpeştesinde rüzgardan yüzüme düşen saçlarımı toplarken içinde kaybolduğum mavinin tonlarının sarhoşluğunda, hafiften çalan “gözlerinin yedi rengi” dışında bütün seslere kapattığım kulaklarımla dünyayla ilişiğim kesilmiş; ufuk çizgisinde gezinip dururken buldum kendimi. Deniz mavi, gök mavi… Ahenkle maviyle bütünleşen küme küme gezinen bulutların beyazlığını kıskanırcasına, deniz de dalgaların beyaz köpükleriyle gökyüzüne eşlik ediyor…
Mutluluktan havalara uçarken yüzlerinde gülümsemeyle maviliklere dalan; süzüle süzüle peşimize takılan yunuslar çalan şarkıya eşlik edercesine Nasıl da ahenkli bir şölen sergiliyorlar. Şarkının bitmesiyle birlikte perde kapandı dercesine gözden kaybolan yunuslara takılan gözlerim yine ufka doğru kayıyor. Gün batmaya başlamış; kızıla çalan güneş gökyüzünün maviliğini bastırarak yerini ay dedeye bırakmaya hazırlanıyor.
Dayandığım küpeştede kaç saat ufku seyre dalmışım bilmiyorum… Derken içimi ürperten bir serinlikle başımı kaldırıyorum ki, çift katlı otobüsün üst katında, köprüden geçerken açık olan pencereden yüzüme vuran rüzgar beni kendime getirmiş. Of ya of diyorum! Kim açtı bu pencereyi şimdi? Sırası mıydı sanki!
Bahar Kelebeklerin Kanatlarında
Kozasından çıkmak için baharı bekleyen kelebekler, müjdeler olsun bahar kapıda. Biliyorum, bir hayatta kalma mücadelesi sizinkisi tıpkı bizimkisi gibi; belki de daha zorlusu… Ama mevsim sizin, hazırlanın kabuklarınızı kırmaya, o muhteşem yolculuğa çıkmaya. Hazırlanın renk cümbüşü doğaya renk katmaya… Üç beş gün de olsa hayata can katmaya… Hadi çıkın gelin kaplumbaların gözyaşlarını silmeye… Çocukların yüzünü gülümsetmeye. O narin kanatlarınızın güzelliğiyle başımızı döndürmeye. Mevsim hazır, ben hazırım sizi karşılamaya. Hadi kırın gelin kabuklarınızı. Mazur görün sabırsızlığımı… Ben de kırıp atmak istiyorum karanlık günlerin kasvetini. Çok mu bencilce bilmiyorum, beklemek bu kadar sabırsızca bile bile hayat yolculuğunuzun kısalığını. Bilmek başka diyarlara göç edenlerinizin geri dönüşü olmadığını.
Siz yine de çıkın gelin, baharı da getirin kanatlarınızda…
Karışık mıyım ne!
Kırmızı şemsiyemin altında sözde yağmurdan korunarak, yüzüme çarpan damlalara aldırış etmeden, bazen birilerine çarparak ilerlemeye çalıştığım ıslak caddede ıslak gözlerle etrafıma bakınırken, “ne çok insan var, birbirinden habersiz…birbirlerinin dertlerinden, sevinçlerinden bi haber!” diye aklımdan geçirmeden edemedim. Bir yanda yanyana, kahkalar atarak geçen çiftler; bir yanda yüzünde hafif bir tebessümle yalnız başına aheste yürüyen insanlar… Kimisi asmış suratını, sanırsın dünyayla kavgalı; tepe tepe attığı adımlarla kavgalı… Bildiğimden mi? Yoo, sadece suratların dışa vurumlarından içimden, kendimce yaptığım yorumlar. “Acaba,” diyorum! “Onlar ne düşünüyor, akıllarından neler geçiriyorlar benim ıslak gözlerime baktıkça!” Kim bilir, belki de yüzüme çarpan yağmur damlaları sanıyorlardır! Nerden bilecekler içimde kopan fırtınaları! Bir aşağı, bir yukarı savruluşlarımı! Başkası olsa nasılda teselli ederdim şimdi! “Herkesin hayatında iniş-çıkışlar vardır… Bunu da atlatacaksın… Zaman herşeyin ilacı.” Beylik sözleri sıralardım ardı ardına! Ama iş insanın kendisini teselliye gelince o kadar da kolay olmuyor… İyisi mi ben biraz daha, kırmızı şemsiyemin altında ıslak caddeleri arşınlamaya devam edeyim; arada bir silmekten kızaran burnumu çekerek!..
TEŞEKKÜRLER
Bugün beni ben yapan, içimi acıtsa da dillendirmek şöyle dursun, aklımdan bile geçirmediğim, hayatımda yeri olmayan “keşkeler, hatalarım, yanlışlarım”, hepinize teşekkür ediyorum. Biliyorum, yine yanlışlarım olacak; yine hatalar yapacağım, ama hiç biri bir öncekinin aynı olmayacak. Ve ben hala pişmeye devam edeceğim… hayat hangi yaşta olursak olalım öğrenmekten ibaret değil mi? Ben de öğrenmeye devam edeceğim…
Rotamız Belli
Hayat yolculuğuna çıktığımız şu gemide her birimizin seyir defterlerimize düştüğümüz notlar kim bilir nasıl da farklıdır birbirinden…kimi gün kimimiz durgun sularda sakin yola devam ederken, birilerimiz gelen dalganın boyuna göre yalpalamış; birilerimiz saklanmış olan buz dağlarına çarpıp artık hayat mücadelesinin sonuna geldiğimizi düşünmüşüzdür. Kimimiz gücümüze göre ayakta kalmayı başarmış; kimimiz yeniden doğrulmuşuzdur. Küllerinden doğanlarımız bile olmuştur.
Tüm bunları yaşarken belki bir el, bir omuz beklemişizdir… Ya da biz elimizi uzatmış; biz bel vermişizdir… Ya da bi başımıza göğüs germişizdir.
Belki dümenin başında biz varız; belki başkaları geçmiştir başına! Öyle ya da böyle; bu gemide hepimizin rotası belli…Ama ulaşırız; ama ulaşamayız! Hayat çok mu adil davranıyor bizlere? Hayır…Önemli olan tam yol ileri derken mücadeledeyi bırakmamak değil midir?
Günaydın Pozitif Ruhlar
Enerjiye inanır mısınız bilmiyorum! Ben inananlardanım… Ve insanların bizim enerjimiz üzerinde çok büyük rol oynadıklarına da inanırım. Ruhunu sevgiyle besleyen insanın enerjisi negatif olamaz. O’nun öyle güzel bir aktarımı olur ki, ruhunuzun, bedeninizin sevgiyle dolduğunu hissedersiniz. Gözlerinin içi gülüyorsa birinin, bilin ki o kişi samimidir, içtendir ve bütün pozitifliğiyle yaklaşır size. Ve bunu size aktarır.
Negatif enerji yüklü insanlar mı? Sömürgecidir onların ruhu…kemirgendir. Sizde var olan pozitifliği kemirmek için yanınızdadırlar; için için tüketmektir onların tek amaçları…
Tercih sizin; ya pozitif enerjiyle çevreleyeceksiniz kendinizi ya da sömürülmeye izin vereceksiniz…
Ben ne mi yapacağım?! Gün aydı…dışarısı kasvetlimi kasvetli. Ama günümü ziyan etmeye değer mi? Tabii ki hayır. Her gün, her dakika, her saniye çok kıymetli. Bütün güzel enerjilerimle güne başlayacağım… Gününüz aydın olsun.

Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.